KİTABIN YAZARI : PAULO COELHO
1)KİTABIN KONUSU : Menkıbesini arayan Santiago adlı gencin , bu uğurda sarfettiği çabaları anlatan bir hikayedir.
2)ROMANIN ÖZETİ :
Santiago adlı genç,yaşamını sahip olduğu sürünün yünlerini satarak geçinen fakat diğer çobanlardan farklı olarak okuma yazma bilen gezgin bir çobandır.
Onaltı yaşına kadar papaz okuluna gitmişti.Anne ve babası ,onun dim adamı olmasını istemişlerdi.Latince,İspanyolca ve din bilimi okumuştu .Ama küçüklüğünden beri dünyayı tanımayı hayal etmiş ve bu hayali, tanrı’yı yada insanların günahlarını öğrenmekten çok daha önemli tutmuştu.Babasıda oğlunun bu isteğini olumlu karşılar ve zamanında oğlunun papaz okulundan mezuniyeti için sakladığı üç altın İspanyol lirasını sürü sahibi olması için ona verir.
Birgün genç çoban,Tarifa’da düşleri yorumlayan çingene bir kadının yanına gider ve uzun zamandır gördüğü düşün anlamını öğrenmek ister.Düşünde bir çocuğun kendisini Mısır piramitlerine götürdüğünü,ona hazinenin yerini gösterdiğini söyler.Falcıda ona Mısır’a gitmesini ve hazineyi bulmasını söyler ve kendisinden para almayıp hazineyi bulduğu takdirde hazinenin onda birini ister.fakat Santiago bunu önemsemez.
Sonra Melkisedek adlı yaşlı bir adamla tanışır. Melkisedek ona menkıbesini gerçekleştirmesi gerektiğini, on koyun karşılığında, hazinenin Mısır’da piramitlerin yanında olduğunu söyler ve Urim veTummim adlı siyah ve beyaz iki taş verir. Siyah olanın evet, beyaz olanın hayır anlamına geldiğini, işaretler yazımlamayı başardığı zaman ona yardım edeceğini belirtir.
Santiago, Afrika’ya gider. Limana vardığı ilk gün bir dolandırıcı tarafından soyulur ve beş parasız kalır. Kişisel menkıbesine inanmaktan başka hiçbir şeyi kalmamıştır. Tekrar İspanya’ya dönüp çoban olmak için para kazanması gerekmektedir ve bunun için billuriyeci dükkanında çalışmaya başlar. Başlangıçta satış yapamayan billuriyeci dükkanında yenilikler yaparak satışları arttırır. Bu arada Arapça öğrenir.
Bir yılın sonunda billuriyeci dükkanından ayrılır ve tekrar menkıbesini gerçekleştirmeye karar verir. Mısır’a gitmek üzere kervan yolu üzerindeki hana gider. Burada kendisi gibi menkıbesi peşinde koşan, simyacı biriyle tanışıp simyanın sırrını öğrenmek isteyen bir İndiliz’le tanışır.
İngiliz ve Santiago kervana binerler ve yola çıkarlar. İngilizin kervanının ilerlerken kitap okumasına karşın, Santiago kervanı, insanları, çölü izliyor ve rüzgarı dinliyordu. Evrenin ortak dilini öğrenmeye çalışıyordu. Kaynaklardan, billurlardan çok şey öğreniyordu ama çöl daha yaşlı ve daha bilgiliydi.
Kervanlar arası savaş olmasından dolayı kervan daha az duraklıyor, gözcülerin sayıları arttırılıyor ve böyle gecelerde İngiliz ve Santiago bilgilerini aktarıyorlardı. Bu aktarımlar esnasında Santiago simyaya ilgi duymaya başlamıştı. Simyacıların hayatlarını labaratuvarlarda geçirebildiklerini; maddeyi yıllarca ateşte pişirerek madeni arıttıktan sonra evrenin ruhunun kalacağına inandıklarını öğrenmişti.
Sıvı ve katı simyanın temelini oluşturmaktadır ve başlıca iki yapıtın varlığına inanılmaktadır. Büyük Yapıt’ın sıvı kısmına ebedi hayat adı verilir ve tüm hastaları iyileştiridiğine inanılmakla beraber simyacıların yaşlanmalarına engel olmaktadır. Katı kesimine Felsefe Taşı denilmekte ve bu taşın bulunması da kolay değildir.
Simyacılar ateşi arıtmak için yıllarca ateşi gözlemlemktedirler. Aslında böyle davranarak vicdanlarını arıtmış olmakta yani, madenleri arıtarak kendileri de arınmış olmaktadırlar.
Kabileler arası savaş büymüştü ve artık kervan vahaya varabilmek için gece-gündüz yol alıyordu. Sonunda vahaya varmışlardı. Vaha tarafsız bölgeydi ve hiçbir savaşçı, vahaya terör yaratmak için gelemez, vahada savaşın içine giremezdi. İngiliz vahada simyacıyı arıyor fakat Arapçası’nın yetersizliğinden onu bulamıyordu. Sonunda Santiago’dan yardım istedi. San tiago genç bir kızdan simyacının yerini öğrendi. Bu esnada kızdan çok hoşlandı ve onun kendisinin evrendaki eşi olduğuna inandı. Fatime adlı kıza daha ilk tanışmada evlilik teklif etmişti. Ancak kız bu teklifi geçiştirmişti. Santiago kendisinden çok emindi. Bu arada İngiliz simyacıyı bulmuş ve ondan madenleri altına çevirme sırrını öğrenmek istemiş, simyacı da ona bu konu üzerine denemeler yapmasını söylemişti. İngiliz bu hayal kırıklığına karşın hemen çalışmalara başlamıştı.
Santiago her gün Fatime ile kıyıda buluşuyor, büyük şehirlerden, çobanlık hayatından, kralla karşılaşmasından, kristal dükkanından bahsediyordu. kIz da artık Santiago’nun bir parçası olduğuna inanıyor ve ona büyük bir aşkla bağlanıyordu.
Santiago bir gün çölde, uçan iki büyük atmaca gördü. Kuşların havada çizdikleri şekillere bakıyor ama anlamını çözemiyordu. Bunun üzerine atmacaların hareketlerini izlemeye başladı. Atmacalardan biri, diğer atmacaya aniden saldırdı. O anda Santiago’nun gözünde bir görüntü belirdi.
Bu mesaj , vahanın silahlı bir birliğin saldırısına uğrayacağını gösteriyordu.Bunun üzerine deveciye gidip durumu haber eder,devecide durumu vahanın ileri gelenlerine bildirir.Akşam kurul toplanır ve durumun değerlendirilmesine karar verilir ve Santiago’yu da kurula çağırırlar.Santiago’nun söylediklerine şüpheli yaklaşsalarda vahanın emniyete alınmasına karar verilip
Silahlı muhafızlar oluşturulur.Eğer söyledikleri yanlış veya yalan ise öldürülmesine karar verilir.Santiago Evrenin dilini öğrendiğinden emin olduğu için bu teklifi kabul eder.Kurul tarafından teste tutulmasına karar verilir ve çadırına giderken önünü atlı birisi keser.Cesaretinin sınandığı bu sınavdan geçer ve önünü kesen yani simyacıyla tanışmış olur.
Ertesi gün vaha, kuzeyden saldırıya uğrar ama düşman bertaraf edilir.Measjı doğru algıyan bu gence , kişisel menkıbesini gerçekleştirmesinde ona yol gösterici olacağını söyleyen simyacı,ertesi günü yola çıkmak için hazırlanmasını söyler.
At üstünde günlerce simyacıyla beraber yol alan Santiago bu arada Evrenin dilini daha iyi öğreniyor,herşeyin kendi menkıbesi olduğunu ve evreninde evrim geçirdiğini görüyordu.Çölde yollarına devam ederlerken etrafları yüzlerce atlı tarafından sarıldı ve atlılar onları büyük bir ordugaha götürdüler.Ordugahın reisi onların casus olduğuna ve öldürülmesine karar verir.Bunun üzerine simyacı araya girerek kendilerini taktim ederler.Simyacı Santiago’nun koca bir rüzgar yaratabileceğini ve bu koca ordugahı yıkabileceğini söyler.Bunun üzerine reis hayatlarına karşılık iddaya girer ve onlara üç gün müddet tanır.Santiago üç gün boyunca bir tepeye çıkıyor ve çölü izleyip onunla diyalog kurmaya çalışıyordu.Üç günün sonunda reis ve kumandanları izlemek üzere toplanırlar ,Santiago çöle kendisini rüzgar yapmasını söyler ama çöl bunu kendisin yapamayacağını ve rüzgara danışmasını söyler.Bunun üzerine rüzgara danışan Santiago umduğu cevabı bulamaz ve rüzgarın tavsiyesi üzerine güneşe danışır fakat güneşin buna gücünün yetmediğini ve bunu ancak Tanrı’nın yapabileceğini bildirir.Santiago o anda Evren diliyle ve hiç konuşmadan,görmeden,hissetmeden ruhunun içinde çok güçlü bir baskı hissetmiş ve tanrı ile irtibat kurmuştu.Bu arada çölün kumları kalkmış,rüzgar etrafında dönüyor ve çok güçlü bir fırtına yaratmıştı,reis ve kumandanlar bu sahneyi izliyor ve Tanrı’nın büyüklüğünü görüyorlardı.Reis bu gösterinin ardından Santiago ile Simyacıyı serbest bırakır ve gidecekleri yere kadar onları korumaları için bir takım asker ve para verir.
Simyacı Mısır’a kadar Santiago’ya eşlik eder.Mısır girişinde küçük bir kiliseye uğrarlar,Simyacı kilisede bakır parçasını altına çevirir ve dörtte birini kiliseye bağışlar,dörtte birini Santiago’ya verir ve kalan yarısını Santiago’nun ihtiyacı olduğu zaman, altını vermesi için papaza verir.Simyacı ile Santiago’nun yolları bundan sonra ayrılır.Simyacı onu kendi kişisel menkıbesini kendisi bulması için yalnız bırakır.
Santiago Piramitlere gelmiştir;yüreğinin hissettiği,evrenrenin verdiği mesajları okumuş ve piramitlerin önünde ayaklarının altındaki gücü hissetmişti.O yeri kazmaya başlar , gece olmuş ama hala bulamamıştır , bir anda önünde askerler belirmiştir . Askerler Santiago’yu parası için döverler ve bu arada ondan şüphelendikleri için sorgularlar.Santiago onlara rüyasında gördüğü düşden dolayı Mısır’a geldiğini söyler ama bu açıklama askerleri tatmin etmez ,tam Santiago’yu öldüreceklerken çavuşun araya girmesiyle önlenir.Askerlerden biri Santiago’nun yanına gelir ve kendisininde buna benzer bir rüya gördünü,İspanya’da küçük bir köydeki, harap ve ahır olmuş kilisenin içinde toprağa gömülmüş bir hazine gördüğünü ama kendisini rüyalara inanacak akdar aptal olmadığını söyler.Santiago her şeyi anlar,koyunlarını götürdüğü eski kiliseyi hatırlar.Simyacı ile uğradıkları kiliseye uğrayıp, İspanya’ya gitmeye yetecek kadar altın alır.
Toprağı kazmış ve koca bir sandık altın bulmuştur.Kendi kişisel menkıbesini gerçekleşmesinde yardımcı olan evrene bir kez daha şükreder.
3.ANAFİKİR
Romanda ,insanın kendi kaderinin kendi elinde olduğunu ve insanın kendine güvendikten sonra herşeyi yapabileceğini ve bunları yaparken unutulmaması gereken bir şey var ki Tanrı’ nın çalışana rıskını verdiği.
Yaprak Dökümü
Kitabın Yazarı : Reşat Nuri GÜNTEKİN
Kitabın Konusu:
Çalıştığı işte şerefli ve dürüst davranmasından dolayı evine fazla para getiremeyen ve bunun sonucunda da ev halkının isyan ederek ailenin dağılmasını anlatıyor.
Kitabın Özeti:
Ali Rıza Bey, Altın Yaprak A.Ş.'de bir mülkiye memurudur. Kendisi fakir olmasına rağmen çok şerefli bir insandır. Karısı, onun talihine pek ağır başlı ve temiz bir kadın çıkmıştır. Ali Rıza Bey’in beş çocuğu vardır. Dördü kız biri ise erkektir.
Bir gün, kasabada ki eski arkadaşının karısıyla karşılaşır. Arkadaşı vefat etmiştir. Kızı ise evde işsiz kalmıştır. Ali Rıza Bey bu kızı kendi kızlarıyla ayırmamaktadır. Bu nedenle onu işe götürür, bu sırada patronunun eski bir öğrencisi olduğunu öğrenir. Muzaffer Bey bu kızı işe alır. Kız birkaç ay çalıştıktan sonra Muzaffer Bey’i yoldan çıkarır. Bir gün kızın annesi Ali Rıza Bey’in yanına gelir ve kızıyla Muzaffer Bey arasındaki olanları anlatır. Ali Rıza Bey olanlara dayanamayıp işten ayrılır.
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket çok akıllı bir insandır. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir bankada işe girer. Artık babası çalışmadığı için evin bütün yükü Şevket’in üzerine biner. Bankada çalıştığı sıralarda Şevket’in başından kötü bir olay geçer. Evli bir kadınla ilişkiye girmiştir. Ali Rıza Bey bu olaya önce tepki göstermiş fakat sonra evlenmelerine izin vermiştir. Düğün gecesi... Ev baştan başa aydınlık içerisinde... Kapılar pencereler açılmış ikide bir caz bantlar açılmış çalıyor. O susunca neşeli kahkahalar, haykırışlar, çığlıklar...
Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ve Necla artık evden sıkılmış ve isyan etmektedir. Büyük kızı Fikret ve küçük kızı Ayşe ise hiçbir şeye karsı çıkmamaktadır.
Eve bu yeni kadının gelmesi Leyla ve Necla’nın işine çok yaramıştır. Bu kadın çeşitli yollarla Şevket’i borca sokmuştur. Bu nedenle Şevket hapise girmek zorunda kalmıştır. Şevket iki yıl hapis yemiştir.
Leyle ve Necla babalarına karşı hiç saygı duymamaktadır. Düşündüklerini babalarına söylemekten hiç çekinmemektedirler.
Bu sıralarda büyük kızı Fikret’e bir talih çıkar ve evlenmek istemektedirler. Fikret bunun için Adapazarı’na gider. Böylece ağacın yapraklarından biri kopup gitmiş olur. Bu sırada Ferhunde de evden ayrılmış olur.
Ali Rıza Bey’in bir tek ümidi kalmıştır.
Vakit geçirmeden Leyla ile Necla’ya hayırlı birer kısmet bulup başından atmaktır. Necla bir süre Suriyeli biri ile evlenir ve Suriye’ye gider. Bu sırada Leyla çok fena hasta olmuştur. Doktor onu temiz havada bulundurmalarını istemiştir. Bu nedenle Ali Rıza Bey Leyla’yı serbest bırakmıştır. Bir süre sonra Ali Rıza Bey kızının bir avukatın metresi olduğunu öğrenir. Bu nedenle Ali Rıza Bey kızı Leyla’yı evden atar. Avukat Leyla’ya bir daire kiralamıştır ve ona bakmaktadır. Ona aylık belli bir miktar para verir.
Bu olaylar sürüp giderken Ali Rıza Bey ile Hayriye Hanım’ın araları iyice bozulmaktadır ve sık sık tartışmaktadırlar. Leyla gittikten sonra Ali Rıza Bey ile Hayriye hanım arasında büyük bir kavga kopar. Bunun üzerine ali rıza bey Adapazarı’na kızı Fikret’in yanına gider. Burada fazla kalamayacağını anlayınca on beş gün sonra İstanbul’a tekrar döner fakat eve gitmez. Bir süre sonra hastalanır ve hastaneye yatar. Bunu duyan kızı Leyla ve karısı Hayriye Hanım hastaneye koşarlar. Ali Rıza Bey taburcu olduktan sonra kızı Leyla’nın evine gider ve hayatının geri kalanını karısı ve kızı Ayşe ile sürdürür.
Kitabın Ana Fikri:
Şerefli dürüst bir babanın fazla para kazanamaması ve parasızlığa sitem olarak bunu kabullenmeyen aile bireylerinin bir bir aile bağlarını kopararak evden ayrılmaları; bunların farkında olan babanın, oğlunun ve kızının da başlarına gelen kötü olayları evdeki uğursuzluk romanın anafikridir.
Buradaki, ailedekilerin evden gidişleri de yaprağını döken bir ağca benzetilmiştir.
Kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi:
ALİ RIZA BEY: Elli yaşın üstünde, saçı sakalı ağarmış yaşlı biri. Şerefli namuslu evden pek çıkmayan bir insan.
HAYRİYE HANIM: 40 yaşlarında, gözlüklü, orta güzellikte biri. Ağır başlı temiz ev işleri ile uğraşan bir insan.
MUZAFFER BEY:Genç ve yakışıklı biri. Zeki çalışkan mali durumu iyi bir insan.
ŞEVKET: 20 yaşlarında babası gibi temiz iyi kalpli derslerinde başarılı birisi.
FİKRET:15 yaşlarında sosyal hayatı sevmeyen iyi kalpli bir kız.
SÜRGÜN
Kitabın yazarı: REFİK HALİD KARAY
Kitabın konusu : Eserde sürgün hayatı çekmek zorunda kalan ve bütün yaşadığı acı ve ızdıraplar yüzünden hayatı son bulan Hilmi Efendi anlatılmaktadır.
Kitabın özeti :Hilmi Efendi büyük bir acı içinde Beyrut’a gider. Daha doğrusu sürülür.Ailesi her zaman aklının bir köşesindedir. Onlardan ayrı kalmanın acısını çeker. Beyrut’ta tanıdık bir yüz ararken bir gün gazozcu Çopur Apti ile tanışır. Birlikte belediye tarafından tahsis edilen eski medreseye giderler. Orada Şair Kenan , Ali Kemal ve Nuri Hoca’ yla tanışır.Onlarla birlikte kalmaya başlar. Aynı zamanda gazozculuk yapar. Bir gün muhabbet esnasında diğerleri askerlere laf atarlar. Kendiside eski bir asker olduğu için sinirlenir ve Şair Kenan’la tartışır. Şair Kenan ölür. Defnederler. Şair Kenan’ın ölümünde Hilmi Efendi’yi suçlarlar. Oradan ayrılır. Bir inşaatta çalışmaya başlar. Aynı zamanda orada yatıp kalkar.Aradan birkaç hafta geçer. Eski silah arkadaşı Şakir Bey’le karşılaşır. Arkadaşı onu köydeki evine davet eder. Köye gider ama birtürlü başından geçenleri arkadaşına anlatamaz. Şehre geri döner. Bir mektup gelir. İçinde para vardır ama kimden geldiğini bilmez. Daha sonra bir paketle kıyafet gelir. Hilmi Efendi üzntülere dayanamaz ve hastalanır. İyleştikten sonra bir yerde otururken Şehzade Keramettin Efendi ile tanışır. Şehzadenin evinde kalmaya başlar. Artık herşey değişmeye başlar , şehride sevmeye başlar. Evdeki hizmetçi besleme Suzudil’den hoşlanır. Günler geçer Şehzade‘nin parası biter. Her yere borçlanır. Şehzade gizlice Mısır ‘a gitmeye karar verir. Hilmi Efendi şehre döner. Herşey kötüleşir. Suzudil ve onun yaptığı iyilikler aklından hiç çıkmaz. Onu sevdiğini anlar.
Aradan iki yıl geçmiştir. Bir yıldır ailesinde haber alamadığı için Şamda açılan konsolosluktan haber almaya gider. Bir kahvede Boşnak İhsan lakaplı Mehmet İhsanla tanışır.İhsan bir teşkilat başıdır. Bir süre sonra haber gelir. Ailes başka bir yere taşınmış ve kızı Seher’in de dost hayatı yaşadığını öğrenir. Sürgün hayatında yaşadığı ızdıraptan kızının ölmüş olmasını bile düşünür. Kızına duyduğu sevgi kine döner. Anadolu’ya teşkilat sayesinde gizlice girip önce kızını sonradakendini öldürebileceğini düşünür. Bir süre sonra Vecihi Paşazade İrfan Beyle tanışır. Ona kanı ısınır.İrfan babadan kalma çiftliği almak için gelmişyir. Aralarında ayrı gayrı kalmaz. İrfan çiftlik için Halep’e gider. Düşüncesi çiftliği alıp başına Hilmi Efendiyi geçirmektir. Aradan bir sene geçer. İrfanda bir mektup gelir. Hilmi efendi çok sevinir.
İrfan bu zaman sarfında Halip’ in bahçe barlarına alışır. Onlardan birinde Nevber adlı bir kadınla tanışır. Çok samimi olurlar. Sık sık dertleşirler. Nevber asıl isminin Seher olduğunu söyler.İrfan onun Hilmi Efendinin sürekli anlattığı nalatırkae kin kustuğu kızı olduğunu anlar. Seher’e babasınıyakında çiftliğin başına geçmek için Halep ’ gelecegini söyler. Seher İrfan’dan utanmaya başlar ve Halep’ten ayrılmak için yardım ister. Sonraları Seher birden dğişir. İffan yaptıklarına pişman olur. Çeker gider ama Seher’ede aşık olmuştur.
Bunlar oluken Hilmi Efendi Halep’e gezi düzenleyecek olan devlet reisinin kafilesine eski bir arkadaşı sayesinde dhil olur.
İrfan şehirden kopamaz, tekrar nevber’I izlemeye bara gider. Orada birlikte olduğu katip arkadaşından duyduklarına çok üzülür. Seher başka biriyle yatmaktadır. Seher İrfan’la son birkez görüşmek ister. Zorda olsa İrfan tekrar görüşmeyi kabul eder. Sabaha kadar bekler am Seher gelmez. Seher o gece yine dostunun yanında kalmıştır. İrfan Seher’I tekrar yakalar.Birlikte içki içerler. İrfan sarhoşken Seher oma esrar içirir. Birlikte İskenderuna giderler. İrfan yapacağı herşeyi unutur. Seher onu tekrar uyurken yanlız bırakır ve barda tanıştıgı biriyle Halep’e geri döner.Sahneye çıkar.Barın sahibi devlet reisinin geleceğini söyler bir sonraki gün.İrfan halp’e döner ve İstanbul’a gideceğini söyler.Seher umursamaz. Halep garından trene binerken Seher gelir ve af diler. Ama fayda etmez.
Heyet gelir. Hilmi Efendi otelde İrfan’ın boşalttığı oday yerleşir. O gece heyetle birlikte bahçede eğlenceye gider. Nevber’in ününü oda öğrenir ve merak eder. Ayrıca İrfan’ın İstanbul’a dönme sebebinin Nevber olduğunuda öğrenir. Nevber sahneye çıkınca birden Hilmi Efendi şok olur ve oracıkta yığılır kalır. Hilmi Efendi ölmüştür. Seher kimin öldüğünü anlamaz ve eğlenceden sonra devlet reisinin odasına gider. Hilmi Efendi’yi morga götürürler. Morg bekçisi Beyrut’taki ilk arkadaşı Çopur Apti’dir.Çopur Apti arkadaşının o biçare halini görünce şok olur. Son yolculuğuna arkadaşını yasin okuyarak gönderir.
Kitabın Anafikri : Vatanından ayrı kalan biri için geride bıraktıklarının zor durumlara düşmesi , o kişi için vatan hasretinin yanında en büyük ızdıraptır.